Türk Doları

Sana good morning. Sana Mc Donalds. Sana Bill Gates.


İyi dinle, sana ne yaptılar ve neler neler. Anlatacağım şöyle bir. İster inanma ister inan. Mesela.


Seni insanlar içerisine çıkarmak için Sirkeci’deki Mimar Kemalettin’in meşhur yapısının bir bölümünü özel izinlerle zapt edip boşalttılar. Önemliydin zira ve ilktin çünkü sen. Ellerinden geleni ardlarına koymayacaklardı. Sen ise sakin, olan bitenden ve kirletileceğinden habersizdin. Gerçi kirin kendisi kirletilebilir mi? Bu arada evet, seni hiç sevmeyeceğim.


Hayır, hayır üzülme. Seni özel bir üslupla ürettiler elbette. Amerika’daki dostlarının yüzüne benzettiler tabii yüzünü fakat sen onlardan çok farklısın. Bu memleketin o mistik ve hatta büyülü yanını göz ardı etmeden, içi boşalmış sırları ve değerleri her noktana işlediler. Nasıl derler, göz nûruyla.


Muhakkak, sen fethedilmemiş son kale olacaktın. Fakat yine de seni, zaten benzemez olduğun şeye iyice benzetmemek için çok çalıştılar. Zira sen suyunun suyu idin. Lâkin reklam her şeyi insanların gözünde pür-û pak edebilir. Gerçi kimse seni kötüleyecek durumda olamazdı. Mırın kırınlar duyulacaktı fakat olur o kadar. Kim sensiz mutlu olabilirdi ki?


Senin için savaşlar kazanıldı. Kitaplar yazıldı. İnsanlar yakıldı. Sen altına yatılan, üstüne çıkartılan şeysin. Seni hem kim ne yapsın. Hem sensiz nasıl yaşansın?


Fakat olsun. Olan oldu yani. Artık bunları düşünmene, bilmene gerek yok. İşte asıl hüviyetine ulaştın. Oradasın. Gözler önünde. Cam bir fanus içinde taşıyorlar seni. Seni görmek için insanlar akın edecek. Seni prangalarından kurtaracaklar. Tabii sen de onları. Kimse seni anlamayacak belki fakat insanlar anlaşılmak için seni kurban edecekler. Seni tadacaklar. Diri diri. Kanlı kanlı yiyecekler. Olsun. Olsun dedim ya. Böylesi sevilmek sana yakışmayacak mı? Seni ezberlemek için, seni doyurmak, seni çoğaltmak için canlarını dişlerine takacaklar.


Bir saat gibi kuracaklar hayatlarına. Ve bil bakalım ne olacak. Sen çalmayacaksın. Onlar seni çaldırmadan uyanacaklar. Kirli alınlarla ve çapaklı gözlerle. Görmezler diye korkma. Senin babalarına, dedelerine nasıl baktılar bir bilsen. Nasıl gözlerini kapattılar ve korkmadan yürüdüler. Nasıl kendi etlerini kendi tartılarına sürdüler. Eğer bilirsen korkmazsın.


Sen daha körpeciksin. Tazesin. Ninem söylemedi fakat tam bir nine sözüdür: avluda serinliksin. Belki de senden sonra neler olacak? Çoğunu görmeyeceksin. Fakat çoğu da daha beter şeyler.


Bu kadar telkin yeter. Hadi. Yavaş yavaş aç gözlerini. Seninki bir ölüm değil. Ölümü çağıran bir iz. İşaret. Senin alnında ne yazıyor gör onu. Onu bil ve ezberle. Odur seni diri tutacak ve güçlü kılacak.


*


Salon ağzına kadar dolmuştu. Beyaz eldivenli iki görevli, üzeri kadife kırmızı bir örtüyle kapatılmış camdan kutunun üzerine doğru hafifçe eğildiler. Örtünün iki tarafından tutuldu. Flaşların, kırmızı noktaları ile canlılıklarını işaret eden kameraların ve pırıl pırıl gözlerin önünde örtü yavaşça kaldırıldı. İlk önce kutunun alt kısmında yazan şu ibare seçildi. Made in Turkey. Sonra ise örtü tamamen kaldırıldı ve o an bir ses yükseldi alkışların hemen öncesinde. “İşte karşınızda Türk Doları!”