Düş Kesiği, Romana Bir Kesik

·         Bu notları uzun bir vakit evvel tutmuştum. İpliğin sonu kapının arkasından şimdi ellerime ulaştı ve kayboluşu yakaladığım gibi, vadenin dolduğunu anladım. Artık birkaç şeyden bahsedebilmek için bazı zamanları beklemenin âlemi yok.


·         Başlayalım…


·         Düş Kesiği’ni okurken bir tek benim aklıma mı Lavrens’in (Lawrence) Âşık Kadın isimli eserindeki karakterler geldi merak ediyorum? Karakterlerin o kararsız gibi fakat aslında gereksiz hareket biçimleri yahut dağınık düşünceleri, sanki Düş Kesiği’nin yazarında toplanmış ve yazarımızda toplanan bu mukavemetsizlik, doğal olarak romanın –neredeyse- bütününe yansımış. Elbette ‘bu bir problem teşkil ediyor mu?’ diye sual edilebilir. Cevabımız basit olacak. Hayır.


·         Düş Kesiği’ndeki en önemli eksikliklerden birisi sanırım, karakterin hiç aklına gelmeyen yahut daha doğrusu getirmemek için gayret ettiği ‘cinsî hisler’dir.


·         5. Baskının arka kapağında yazılmış olan ‘incelikle örülmüş bir kurgu’ tanımlaması, edebiyatımızda meşhur bir hastalık olarak hükmünü sürdüren, kendini inandırma sapkınlığının bir neticesi. Ve ayrıca böylesine bir tanımlama tam da, sağlam bir okuma serüveni olmayan okuru korkutmayan, lâkin en azından Edebiyat Fakültesi’nden mezun olmuş bir zavallıyı kandırabilecek ‘edebiyat tacirlerinin’ lügatinden bir ibâre.


·         Bir ‘little did he now’ hikâyesi. Her ne kadar yapı olarak benzemese de, okur, sağlam bir okuma serüvenine sahip ise bunu kolaylıkla anlayabilir. Tabii kitabın sağlam bir okuma serüvenine sahip okurlar için yazılmadığını düşünürsek, her hangi bir yapı yahut işleyiş mevzuuna değinmenin bir önemi kalmıyor.


·         Üst perdede Necip Fazıl’ın ‘Bir Adam Yaratmak’ piyesi veya daha hafif bir hayat tercih edenler için sinemalarımızda ‘Lütfen Beni Öldürme’ gibi saçma bir isimle ortaya sürülen ‘Stranger than Fiction’ filmi, Düş Kesiği romanında anlatılmak istenenleri daha oturaklı bir şekilde zaten sunmaktadır. Böylesine ne hacet?


·         “Şimdi odadan çıktım, ben mi odadan çıktım, odada benden başka kimse olmadığına göre başka kim çıkmış olacak” benzeri veya “Gözlerim yine yaşla doldu ama bu, üzüntüden kaynaklanan bir dolma değildi. Ne dolması? Gözlerimin dolmasından bahsediyorum tabii.” veya “Çocuğunu parka götüren anne, çocuğuyla parka giden annedir aynı zamanda. Aynı zamanda çocuğu tarafından parka götürülen annedir, çocuğunu parka götüren anne.” veya “Kitabın kapağını açtı. İçindekiler yazıyordu içinde ama içindekiler kitabın içinde olmasına rağmen içindekiler kısmında içindekiler kısmını gösteren bir şey yoktu.” gibi cümleleri barındıran, okuru, basit ve bayağı mantık oyunlarıyla sürekli olarak karşı karşıya bırakan Düş Kesiği romanı; okura cümleleri yeniden ve yeniden okutmakla, hayata anlam kazandıran bir metin olmak yerine, bir zaman geçirme makinesi hâline bürünmekten başka ‘şey’ olamıyor ve kendi tarzındaki metinlerin çoğalması için bir şımarıklık gösterisine dönüşüyor.


·         Şöyle bir şekilde de söyleyelim:


·         Anlamak için yapılması gereken şeyler vardır. Bunlar nedir? Kitabın içindeki (dışına dair meseleleri açıklamak başka bir yazının mevzuu) tekrarlar veyahut kendi içinde kendisiyle uyuşmakta zorlanan, kısa süre sonra da okuyucuda hoş, edebî bir tad bırakmak yerine tatsızlık ve yorgunluk meydana getiren cümleleri barındıran ve okuyucuyu metinle çatıştırarak ‘bununla uğraşmalı mıyım?” gibi sorular sordurtan bir eser Düş Kesiği. Zira belki bu yaptığı okuyucuyu daha çok düşünmeye ve böylece ‘anlamaya’ sevk edecek diye hazırlanmış olsa da, hayatın beslenilebilecek ayrıntılarını göstermek yerine, gereksiz kısımlarını ortaya koymaktadır. Ve aslında hâlihazırda tükettiğimiz lisan, böyle bir eseri ortaya çıkarmak için çok münasip bir makine. Güray Süngü bu makineyi kullanmayı umarız başkalarına öğretmek için gayret sarf etmiyordur.


·         Bu eser bir delilik vehmi. Delilik bir hastalık, fakat bir hastalık gördük diye onu hemen tedavi edeceğiz anlamına gelmiyor bu elbette. Genellikle delilik tedavi edildiğinde, ortaya aptallık çıkar ve aptallık delilikten daha kötüdür. Hiçbirimiz bu eserin bir aptallık vehmi olmasını istemeyiz, bir delilik vehmi olmasını istemediğimiz gibi.


·         Körler ülkesinde tek gözlü adam kraldır. Kimse iki göz aramaz. Elbette buna yetinmek diyemeyiz. Bu durum körlüğü kader sanmaktır. Kaderi körlük bilmek değil.


·         5. Baskı, 158. Sahife, 7. Bölümün ilk paragrafı. Bu paragraf aslında yazarın da, yazının başında söylediklerimizin farkında olduğunu gösteriyor bize. Fakat yine aynı paragrafta, göstermeye çalıştığı çözüm çok komik bir biçimde sürülüyor önümüze.


·         David Hockney’in Portrait of an Artist (Pool with two figures) adlı eseri.


·         François Ozon’un Swimming Pool adlı eseri


·         Öldüremeyeceği şeylerle mi yaşar insan? Bir insan, misal Düş Kesiği’nin karakteri, kendini öldüremediği için mi yaşamak zorundadır?


·         Yaşama arzusunun (yazarın mı, karakterin mi) sürekli yoğun bir biçimde metinde hissedilmesi ve bunun okur üzerinde bıraktığı kötü his.


·         Yazarının şuura dâir kayıpları.


·         Poe diyordu: “Hayat rüya içinde bir rüyadır.”


·         the end is never the end.