Elif Nuray Yahut Şiir

Bir çocuğu bir kez daha doğuramazsın.


Her mısra küçük bir kan damlasıdır.


Her kadın tercüme edilemez bir mısradır.


Elif Nuray şiiri mi öldürdü? Nasıl bir sual bu? Elif Nuray şiiri öldürüp, kendisini şiirin yerine mi koydu? Şiir, Elif Nuray’ın elleriyle ölecek kadar nârin bir şey miydi? Şiir bir ‘şey’ miydi? Şiirin, ölümü tadışını mı izliyoruz? Ölümü tadmak; bir kelimenin tadını, kokusunu, rengini tutup, onda ne varsa kendine dair, onda bırakmamak… Elif Nuray yahut şiir. Başladığımız yere döndük elbette. Şiire.


Lafı uzattıkça kendime kızarım. Kendime kızmayı ne kadar sevdiğimi bir ben bilirim. Kimseye söylenmeyecek sırlardan değildi bu. Gençliğim kimseye söylenmeyecek sırlarla doluydu. Basit ve çoğu kafiyesiz sırlar. O sırları lafı uzata uzata dillendirdim. Bunu ben istedim. Dilim Pinokyo’nun burnu gibiydi artık. Artık bir Pinokyo değildim. Basit ve çoğu kafiyesiz sırlarımı terk ettim. Fakat dilimi asla!


Kadın şair olamaz demiştim. Aman canım herkes bir şeyler söyler. Fakat herkes söylediği şeyde haklı olamaz! Ben oldum! Kadın şair olamaz. Şair erkektir. Kadın ise başlı başına şiir..


Şiir yazamaz demedim. Lafı kıvırmıyorum. Zaten her lafın kıvrılacak yerleri olmaz. Kadın şiir yazar elbette. Fakat şair değildir. Şiirin bizatihi kendisidir. Elbette her şiir yazan şair değildir.    Kendimi, inandırmak için söylemiyorum. Buna ihtiyacım yok. Nasıl yani şiirin bizatihi kendisi? Bir kadın düşman bırakmaz kendine. Ya düşmanın kendisidir ya kendisine düşman!


Şiir yazar fakat bir kadının neler yazdığını bilmek hep çok acı vericidir. Benim için. Yirmi birinci yüzyılda konuşmak ne zor şey! Televizyonda şimdi birkaç FEMEN üyesi, bir bankanın önünde polislerin kolları arasında sürükleniyorlar.


Şiir bu dünyada en çok neye benzer diye sual etseler? Uzun uzun düşünmem gerek. Fakat kadın bu dünyada en çok neye benzer diye sorsalar. Beklemeden şiir derim.


Acı çekiyorum. Hem nasıl. Elif Nuray şiir içerikli bir eser yayımladı zira. O Korkunç Mahâret. Bir yer edinme aslında bu. Anlatmaya çalıştığım şey. Şairsiz şiir içerikli bir eser.


Abartıyorum. Sanmayın.


Eser avuçlarımın arasına gelir gelmez anladım. Soğuk. Çepeçevre soğuk. İlmek ilmek soğuk.


İmdi biraz bilineni oynayayım. Esere dair düşülecek notlar:


– Ben bu esere nasıl bir gözle bakacağım? Bu sual, söylenecek tüm sözlerin göbeğinde yer alıyor aslında ve dikkat ederseniz, göbeğe dokununca mevzuumuz ürperiyor. Mesela bir çift çorap mı, yoksa bu eser mi? 1GB daha fazla internet paketi mi, yoksa bu eser mi? Elif Nuray mı, yoksa bu eser mi? Bu suallerin cevaplarını tek tek vermekle uğraşmayacağım elbet, fakat bazı şeylerin canlandığını veya uykudan uyandığını diyelim, fark edebiliriz.


– Nuray’ın şiirinde harften çok ses var. Bu da önümüze fikrî bir zemin yerine, mırıltılarla, iniltilerle, bağırtılarla açılan hissî yerleri çıkarıyor. Bu yerleri iyice incelemek gerekir mi? Bilmiyorum. Neticede tüm incelemeler bizi mahrem bir dünyanın kapısına dikecek! Oradan girmenin bin bir türlü yolunu bulabiliriz elbette. Fakat bu yollar şiirî olmayacaktır. Şiire bulaştırılmış şeylerle karşılaşacağımız muhakkak.


– Nuray’ın imge dünyasının pek geniş olmadığını rahatlıkla anlayabiliyoruz. Genel hatlarıyla şiirler arasındaki ‘hissî münasebeti’ eseri bitirdiğimizde veya bir ilk sayfalardan bir son sayfalardan mısralar okuduğumuzda hemencecik anlamamızın sebebi de bu imge darlığı. Sanki bir önceki şiirin devamını okuyormuş gibi hissetmek bazı okur için iyi olmasa da, bazısı için iyi hissettirir.


– İmge nedir? İnsanların portakaldan ne anladıklarını anlamak benim için hep kolay olmuştur. Lâkin insanların şiirden ne anladıklarını anlamak için ne yazık ki aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Sembol ve imge arasındaki karışıklığı anlatmak üzere açtığım bu maddeyi, imge ve sembol arasındaki dağınıklığı düzeltmeden öylece bırakıyorum. Neden mi? Eleştiri metinlerinin belli kaidelere bağlı kalmasından hiç hoşlanmadığımı belli etmek için. Hatta sırf bu cümleyi kurayım diye bu maddeyi açtığımı şimdi anladım.


– Nuray, Poe’nun Philosophy of Composition adlı eserini okudu mu bilmiyorum lâkin uzak durduğu uzunluk yahut korumaya çalıştığı genişlik Poe’nun tarifinden pek ırak değil. Bu tarif bize ne anlatıyor? Üzerinde uzun uzun durmanın vakti değil. Zira şiirin kısa kalması yahut ‘çok mu uzun oldu’ gibi tamamen şairin mevzuu olan ve aslında şairin de çoğu zaman bu bahsi bir rüyaya dalar gibi veya bir uykudan kalkar gibi mesele edindiği gerçeğini göz ardı edemeyiz. Zaten Nuray’ın, şiirlerine yoksun bir tutsaklıkla başlaması ve mahrum bir yalnızlıkla bitirmesi sebebiyle, mahrumiyet ve yoksunluk arasında ne kadar bir uzaklık bırakabilir okuyucusuna? Diyelim ki bırakabildi. Bugün hangi şiir okuru, mahrumiyet yahut yoksunluğu, oturup uzun uzun düşünebilir?


– Eserdeki şiirlerde ‘şuur’ tıpkı notalar misâli. Fakat çalınmayan, yalnızca partisyona yazılmış, kayıt altına alınmış, icra edilmemiş notalar…


– Kelimeler; duygu ile düşüncenin birbirlerini kendi içlerine doğru düşürmeye gayret sarf etmeleri neticesinde asliyetlerine kavuşur. Düşüncesini duygusuna yahut hissini fikrine düşürmeden o sırada vücuda gelecek kendine mahsus terkip, şiire girebilecek kelime veya kelimelerin kokusudur. O kokuyle biz kendimizdekine benzer bir sırrı fark etmeyiz mısralarda. Kendimiz için yeni bir sır keşf ederiz. Nuray’ın eseri çoğu yerde kendimizdekine benzer sırları gösteriyor bize, bize telkin etmiyor, tebliğ ediyor; ya kendisini, ya bizi.


– Yaşadığı toprakların hafızasını yoğuran ‘şiir’. Şairin şahsiyetinde kemikleşmiş ve şairin şahsiyeti yoluyle, toprağa bırakılan ‘şiir’. Popülist saçmalıklardan değil belirginleştirmek istediğim mesele. Peki, bir şair, böylesine bir şiirden nasıl uzak kalabilir? Kendinden uzak kaldığı kadar mı? Kendisini uzak bıraktığı kadar mı?


– Yahut bırakmamalı mı? Benim gibi ölümlüler; ömürleri boyunca mahrumiyet ve yoksunluk arasında bir yer ararlar kendilerine. Aradıkları ve fakat bulamadıkları o yer, şiirin, sesin, kokunun götüreceği bir yerdir. Bir şey fevkalade zordur. O yere inanmak. Bu zorluğu benim gibi ölümlülere şiir telkin eder. Şiir okumakla, varılamayacak olanı bilir, bu bilginin mevcudiyetini anlamak için gayret göstermeyiz. Yalnızca bilmek. Süt dolu bir kovaya tek damla bir kanın düştüğünü bilmek… Elif Nuray’ın O Korkunç Mahâret adlı eserindeki şiirler, benim gibi ölümlülere varılamayacak yerleri, sorulacak suallere verilecek cevapları mayasında yoğurmuş şiirler değildir. Fakat bu eser; tarif etmeye gayret ettiğim şiire gebedir. Çok ağrılı ve acılı ve sancılı bir gebelik…