Demokrat ve Katotlar ve Bencağızınız Tugay Kaban

Pek bir lâtif tavırlar ve kıymetli üslûplar. Bir ülkenin gündüzleri ve geceleri… Velhâsıl şapkalar boyunlara takılıyormuş. Köşe başında bir kedinin boyu boylanamadığı içindir ki soyu da soylanamıyormuş. Kadıncağızın biri uzak diyarları özlüyor olsun. Burada bir şey söylemek zor oluyor amma ne yapacaksın oralarda da var mezarlar, mezar taşları… Dilucuyla, gözucuyla, parmakucuyla öğrenecek değil herkes, elbet bir eksik çıkacak ve engel mi olacak zâyi olmuş bir kulak. O kulak ki ne duymuş olmalı şu eskilerden; o eskiler öyle hâlis ve yaman. Bizzat ben şahidim, bittecrübe sabittir bu yürek, sen öyle elinde çatal bıçakla nasıl gelirsin kapımıza? Kapımız açılmaz değildir elbet, fakat dayak adına beşkardeşin üzerine söz söyleyip, tüy bitirecek kimse yoktur mahallede. Tüküreceksek, yüz aramayız, yüzlerimiz hayatlarımızın ve örflerimizin üzerindedir. Boş mu kalacak yanımızda bıraktığımız kül rengi yorganlar, vuracaksa bir tüfek vuracak ve böyle böyle altmışlar uzayıp, uzayınca sanki ulaşılmaz olacak. Konçertoyu dinlemeden kaçışmak dedikleri, sevmediğimiz şeyler değildir türkülerimiz, lâkin nasıl bir cızırtı öyle keman yaylarından etrafa sıçrayıp, beylerimizin simokinlerine saplanacak? Korkunç değil mi? Masalar üstü ve masallar gibi anlatılıyor diye mi inandılar da imzaları süslü süslü atıyorlardı kâğıtlara? Yoksa bu bir diğer megamitin üzerine dair masonik bir eylem midir? En afilisi olacak kabul edelim bu yeni memleket! Çıt çıkmayacak ve tam olarak bumlamayacak ellerimiz, kollarımız, yüreğimiz. Bana mı kızıyorsun! Yuf! Sen dönsene bir arkanı, sen, arkanı döndüğünde, arkandaki sayabilecek misin namluları? Sanmam! Demokratız oğlum biz! Demokrat! Sizin gibi ne idüğü belirsiz, ne idik neler olduk demezlerden çok gördük. Kısrak zannedersiniz bindiğiniz katırı! Alnınızın ortasından vuracaklar sanırsınız ve onlar kafanızın arkasında bir kurşun derinliği boşluk taşıdığınızı bilirler. Orası bütün hepsinin gözleridir. Gözleri akmaktadır o boşluğa. Siz bundan habersizsiniz! Sakın o boşluğu şimdi bir im gibi, bir imbik felan sanıp, nerede bu tabula rasa, hadi oğlum getir şu on ikiliği der gibi, ekmek der, kadın der gibi demekle olunacak, bulunacak bir şey sanıp kalkmayın aramaya… Nerede bulacaksınız be! Sizde nerede o kafa? Kahverengi bağbozumu saçlar ha? Aman ırak, ırak ol buralardan demeyeceğim, sanma. Fakat buralar… Marmara’ya bir baksana… Çimilecek bir havuz bile olmaz artık ondan. Boğazın silueti desen; hani hiç beklemediğin bir yerden çıkan kıllar misalî… İstanbul’un girişine Geometri Bilmeyen Giremez yazamadılar diye değil herhalde bu başımıza gelenler. Eflatun’da mı demokrattı bre gafil! Sen ne densiz, bilmez kendini, konuşur öyle ağzı burnu sanki yer değiştirmiş! Kısa kes! Bırakıldığımız yerdir gayrı, gafil bir ustalık, sapla saman karışmaz belki, elbet makinalar ile oralara varırız. Binin. Veya beyler koşun!


Bencağızınız Tugay Kaban


Regards.


Yok! Aslında tam olarak KREŞENDO!