2
İKİ DEFA GÖMÜLMEK
Yeryüzünde bir benzerini bulmanın imkânsız olduğu mekânların varlığı gibi, birbirine benzeyen mekânların varlığı da oldukça dikkat çekicidir. Gerek toprak açısından gerek atmosfer açısından birçok mekân başka birçok mekânı çağrıştırır. Bu yazımda, ziyaret ettiğimde bana birbirlerini hatırlatan iki mekân üzerine düşüncelerimi tafsilatlandırmaya çalıştım. Kütüphaneler ve mezarlıklar.
Her iki mekân da kendine has, neredeyse mukaddes bir sessizlikle örtülü gibidir. Kütüphanedeki sükût hâli, raflara sığınmış gibi duran düşüncelerin ve kelimelerin fısıltılarına duyulan bir hürmettir sanki. Mezarlıktaki sükût hâli ise, yaşanmış hayatlara ve onların hatıralarına gösterilen saygının bir ifadesidir denebilir. İkisinde de gürültü, çoğu zaman derin dinginliği bozan bir saygısızlık olarak kabul görür.
İkisi de zamanın süreğenliğinin askıya alındığı mekânlardır. Kütüphanenin bir rafında, yüzyıllar önce yaşamış bir yazarın zihnine dokunabilirsiniz. Mezarlıkta ise nesiller evvel toprak olmuş bir bedenin hikâyesini, mezar taşının (varsa) üzerindeki solgun tarihlerden (bazılarını okuyabilirseniz eğer) fikredebilirsiniz. İkisi de geçmişten bugüne açılan birer geçit gibidir.
Bir kütüphanedeki her kitap, içinde farklı bir dünya, bir hayat barındırır. Raflarda bir saf düzeni almış ciltler, yaşanmış yahut kurgulanmış binlerce serüvenin sessiz kayıtlarıdır. Benzer şekilde, bir mezarlıktaki her mezar taşı, eşsiz bir hayat hikâyesinin son durağını işaret eder. Onlar da bir nevî bir saf düzeni içindedirler. Her bir kitap kapağı, bir mezar taşından farksızdır, açıldığında (eğer açabilirseniz) sahibinin hikâyesini ifşa edebilir.
Kütüphanelerdeki kitaplar genellikle belirli bir sistemle (konu, yazar, numara) tasnif edilir. Bu nîzam, aradığını bulmayı kolaylaştırır ve kaosa bir düzen getirir. Mezarlıklar da genellikle parsellere, adalara ve sıralara bölünmüştür. Bu sistematik yerleşimler, binlerce "yaşanmışlığın" arasında kaybolmadan anıları ve bedenleri buluşturmayı sağlar. Aslında ikisi de devasa bir koleksiyona intizam verme çabasının nihâyetidir.
Kütüphanelerin bilgiyi koruyan, düzeni sağlayan ve ziyaretçilere yol gösteren kütüphanecileri vardır. Mezarlıkların ise mekânın bakımını üstlenen, huzurunu koruyan görevlileri bulunur. Ziyaretçilerin amaçları da benzerdir, biri belirli bir bilgiyi veya yazarı aramak için gelir, diğeri ise belirli bir yakınının kabrini bulmak için. Her iki ziyaret de bir arayış ve bir buluşma eylemidir. Her iki yolculukta hem geçmişedir hem de geleceğe.
Kütüphaneler, fikirlerin ve sanatın unutulup gitmesine karşı birer kaledir. Kitaplar, yazarları bedenen yok olduktan çok sonra bile onların düşüncelerini canlı tutar. Mezarlıklar ise isimlerin ve hatıraların kaybolmasına direnen anıtlardır. Mezar taşı belki de, "Ben buradaydım, yaşadım" demenin en yalın ve en kalıcı formudur. İkisi de ölümün tasdikleyicisidir.
Bir kitabın sırtındaki isim seni bir dünyaya davet eder. Bir mezar taşının üzerindeki isim ise seni bir yaşanmışlığı düşünmeye sevk eder. İsimler, sessizliğin tam göbeğinde ziyaretçinin kulağına fısıldayan, keşfedilmeyi bekleyen birer başlangıç noktalarıdır. Onlar, temsil ettikleri hayatların kilidini açan anahtarlar gibidir.
Her iki mekân da varlığın fiziksel ve soyut katmanları üzerine kuruludur. Kütüphanedeki kitap, bir yazarın zihninin, hayal gücünün ve ruhunun cisimleşmiş hâlidir, kâğıt ve mürekkepten oluşan bir beden misali… Mezarlıktaki kabir ise bir zamanlar kanlı canlı bir insanın yaşadığına dair son fiziki işarettir, bedenin son bulduğunu işaret ederken, geride bıraktığı soyut mirası işaret eder. Biri aklın bedenleşmesi, diğeri bedenin hatıralaşmasıdır.
Bir kütüphanede, aradığınız bir kitaba yollanırken gözünüze çarpan bambaşka bir eser sizi beklenmedik yolculuklara çıkarabilir. Bu, bilginin tevafuk çerçevesindeki keşfidir. Bir mezarlıkta gezinirken ise hiç tanımadığınız birinin mezar taşındaki bir unvan, bir tarih veya bir epigraftan etkilenerek, insan hayatının çeşitliliği üzerine derin düşüncelere dalabilirsiniz. Varılan yer, insanın kendisi de olabilir.
Her iki mekâna yapılan ziyaretler de kendine has eylemler barındırır. Kütüphaneye giden biri, sessiz adımlarla yürür, kitabı rafından özenle çeker, sayfalarını yıpratmadan çevirir. Bu, bilgiye gösterilen bir ihtimam hareketidir. Mezarlığa giden biri ise toprağı temizler, bir çiçek bırakır, sessizce bir dua eder. Bu da hatıraya gösterilen bir sadakat eylemidir. Her iki eylem de özünde bir bağlanma biçimidir.
Kütüphane, aynı çatı altında fakat kendi iç dünyalarında seyahat eden okurlardan oluşan sessiz bir ülkedir. Birbirleriyle konuşmasalar bile, ortak bir amaç ve mekân etrafında bir cemaat oluştururlar. Mezarlık ise yan yana yatan binlerce bedenden müteşekkil, dünyanın en sâkin şehridir. Bu "ölüler şehri" de kendi içinde düzenli, süreğen bir komşuluk ilişkisi barındıran sessiz bir cemaattir aslında.
Bu şekilde birçok paragraf yazılabilir, birçok söz söylenebilir. Buraya yazdıklarımın hepsini düşünüp yaşadığımı hatırlıyorum. Fakat henüz söylenmemiş ve düşünülmemiş olanlar da var, hissediyorum. Kütüphanelerin hep müdavimi olmaya çalıştım, fakat sanırım mezarlıkların müdavimi olmak, oralara uğramaktan çok, oralardan artık ayrılamamakla alâkalı.
Hem yazarlar iki defa gömülürler, bir mezarlara, bir kütüphanelere.