Kuru Bir Dal Parçası


Merdivenlerden inerken karşılaştım kendisiyle. Çoğu zaman bir odun parçası denilerek, yanından geçilip gidilecek o küçük öğretmen. Merdiven basamaklarının birinde, öylece, ortada boylu boyunca yatıyordu, oraya nereden nasıl geldi bilmiyorum. Annesi babası kimdir, kardeşleri nerededir, bilmem de mümkün değil gibi. (Fakat bu soruları sual edip durarak, Yunus Emre'nin o güzel hâllerinden birine yaklaşabiliriz belki biraz) Ayağımın kenarıyla bu küçük öğretmeni rahatsız ettim ve onu merdivenin duvarla birleştiği yere, dibe doğru itekledim. Fakat o ya direndi yahut başka bir nedenden dolayı bir alt basamağa düştü. Düştüğü o son basamaktan sonra yalnızca bir basamak daha vardı. Sonrası zemin. Onu köşeye itmeye kararlıydım, bu sebeple ayağımla onu yeniden rahatsız ettim. Bu sefer daha şiddetli bir şekilde itekledim ve küçük öğretmen zemine doğru fırladı, zeminin duvarla birleştiği yerin oralarda durdu. O an bir acıma hissiyle doldum. Bu kuru dala eziyet ettiğimi düşündüm ve gayr-i ihtiyari eğilip onu elime aldım. Biraz evvel ayaklarımla itip kaktığım kuru dal parçası, artık ellerimdeydi. Peki, neden? Bu yazı ile bu sualin cevabını arıyorum belki de.

Bu kuru dalı, bu küçük öğretmeni incelemeye başladım. Şekliyle bana bir şeyleri (bir harfi veyahut bir rakamı) hatırlatıp hatırlatmadığını düşündüm. Aklıma hiçbir şey gelmedi. Uzun zamandır bir ağaç ile bu kadar yakın olmadığımı hissettim. Oysa canlı bile değildi. (Öyle biliyordum ve bu zamana kadar bildiğim çok şeyde de yanıldım) Onunla konuşmak istiyordum sanki. Dokusu çok hoşuma gitmişti. İnsanın sürekli elinde tutmak isteyeceği bir dokusu vardı. Sertti. İnce sayılabilecek bir bedeni vardı, belli ki uzun bir dalın küçük bir parçası olarak kalmıştı fakat kendini henüz bırakmamıştı. Zarifoğlu gibi söylersem, botanikten anlamam, belki de bu cins ağaçlar hep böyle sert oluyordur.

Yeniden canlandırabilir miyim, yeşertebilir miyim bu kuru dalı bilmiyorum. Beni ısıtsın için içine atacağım bir sobam da yok. Ateş yakmayı da pek sevmem. Ne olacak bu dünyada bu küçük kuru dal parçasına? Allah bilir. Her şeyi bilmek istemek bir hastalık, kendimden biliyorum. Hastalığıma bu küçük öğretmen biraz deva oluyor ve en azından kendisi çerçevesinde bir şeyleri bilmek istememi engelliyor. Bana sanki, 'ben de bilmek istemiyorum başıma gelecekleri, bir şekilde bilerek yahut bir şeyler düşünerek bana duyurma' diyor. Fakat beni sevdiğini de hissediyorum şimdi ona bakarken.

Bu küçük öğretmenin vesile olarak bana öğrettiği bir diğer şey ise şu söz oldu:

“Ateş odunu nasıl yer bitirirse, gıybet dahî sâlih amelleri yer, bitirir.” (Gazali, Sülvetü'l-arifin, Lübnan 1971, 1/233-234)