Fatih Baha Aydın'ın Ötüken Neşriyat tarafından 2025 senesinde neşredilen İnsanlığın Bir Dünü adlı romanı, birçok okura, ilk bakışta zeki bir bilimkurgu parodisi gibi görünebilir. Açıkçası ben de kitabı elime ilk aldığımda bunu düşündüm. Fakat romanı okuduktan sonra bu çalışmayı, Harold Bloom'un Dark Humor eserinde tarif ettiği o rahatsız edici, keskin ve felsefî mizahın unsurları üzerinden tartışmayı uygun buldum. Bloom’un katmanlı hicvin unsurlarını işlediği eserinden İnsanlığın Bir Dünü’ne giden bazı yollar olduğunu söyleyeceğim, bana inanıp inanmamanız size kalmış. Roman, insanlığın kendi kendini yok etmesinin ardından, başka bir galaksiden gelen bir ‘sosyal bilimci’nin, geride kalan tek yerleşim yeri İstanbul'un, harabelerini inceleyerek ‘insan’ denen tuhaf türü anlamaya çalışmasını konu ediniyor. Gördüğünüz üzere konu çok da kötü değil. Fatih Baha Aydın, bir akademisyen ve iktisat tarihçisi olarak kendi mesleğinin araçlarını da kullanarak, medeniyetimizin kodlarını ve onun absürd varsayımlarını deşifre etmeye çalışıyor romanında. Ortaya ne mi çıkıyor peki? Biraz rahatsızlık hissi bırakan, bazan de gülümseten bir eser.
Yabancılaşma Aynası
Bloom'un eserinde (bu eserin bir derleme olduğunu söylemeyi unuttum, bütün yazılar Bloom’a ait değil) Martin Esslin, ‘Absürd Tiyatro’yu anlatırken, seyirci ile sahne arasına giren ve özdeşleşmeyi imkânsız kılan “yabancılaşma etkisinden” bahsediyor. İnsanlığın Bir Dünü'nün anlatıcısı olan bu “uzaylı” da, tam olarak bu tarz bir bir yabancılaşma aracı olarak karşımıza çıkmakta. Onun metodik, ciddi ve neredeyse tarafsız bakış açısı, bizim artık usandığımız adetlerimizi, en sıradan geleneklerimizi birer ‘grotesk karikatüre’ dönüştürüyor. Bir süre sonra bu karikatürün sanki tekerrür ediyor gibi çizilip durduğunu da söylemem gerek. Roman bu karikatürleştirme üzerine kurulu ve aslında yazar bulduğu bu fikrin yanına, fikri daha heybetli gösterecek ‘bir şey’ daha koyamıyor. O ‘bir şey’in ne olduğunu elbette burada dillendiremem, zira yazılmadığı için ben de bilemiyorum.
Uzaylı akademisyen, (Allah bizleri uzaylı olmayıp da uzaylıymış gibi davranan akademisyenlerden korusun, Amin!) bizim gerçekliğimizin ne kadar akıl dışı olduğunu sürekli yüzümüze vuruyor:
Düğünlerdeki halayı, ailelerin kaynaşmasını sağlayan kitlesel bir “cinsel ritüel” olarak tanımlıyor, toplumsal birliğin en temel formlarından birini ilkel bir ayine indirgiyor. (Bu ilişkilendirme -yanlış hatırlıyor olabilirim- Cem Yılmaz’a mı aitti?)
“Buraya park eden orospu çocuğudur” gibi bir duvar yazısından yola çıkarak, seks işçilerinin çocuklarının toplumda hukukî imtiyazlara sahip olduğu sonucuna varıyor ve böylece, dilimizdeki en kaba küfürlerin bile dışarıdan bakıldığında nasıl mantıksız birer sosyal kural gibi görünebileceğini gösteriyor.
Mustafa Sarıgül'ü, duvar yazılarındaki “Çare Sarıgül” ifadesinden hareketle, insanlık takvimini “O'ndan önce” ve “O'ndan sonra” diye ikiye ayıran mesihvarî bir kurtarıcı figür olarak sunuyor ve siyasî sloganların birer dinî mite dönüşebilmeleri çerçevesinde alaycı bir portre çiziyor.
Bu çıkarımlar, elbette sadece komik birer yanlış anlaşılma olarak görülmemeli. W. Woodin Rowe'un Gogol ve Nabokov üzerine yazdığı makalede söylediklerinden yola çıkarak şunu iddia edebiliriz: bu tür bir kara mizah, “genel kabul görmüş tutumları ve değerleri ters yüz ederek okurun dünyasını sarsar”/sarsabilir.
“Entropinin Komedyası”
Patrick O'Neill, Dark Humor derlemesindeki makalesinde, kara mizahı “entropinin komedyası” olarak tanımlar (entropi üzerinde zaman zaman yoğun biçimde düşündüğüm için, kara mizah ve elbette Aydın’ın romanı çerçevesinde bu noktadan da bir yolculuğa çıkmayı istiyorum). Peki, O'Neill’a göre nedir bu “entropinin komedyası”? El-cevap: düzenin kaçınılmaz olarak kaosa ve anlamsızlığa doğru çöküşünün mizahı. Fatih Baha Aydın'ın romanı, baştan sona bu tezin edebî bir ispatı olarak sunulabilir. Uzaylı anlatıcımız, insanlığın yok oluşunu büyük trajedilerde değil de, kültürel entropinin küçük ama ölümcül semptomlarında arıyor:
Mesela, insanlığın bir silginin üzerine dahî yazı yazma takıntısı, anlatıcıya göre kamusal alandaki güvensizliğin bir belirtisi. Oysa yazı, güvenin bittiği yerde başlar ve insanlık, ailesinin dışındaki herkese güvensizdir.
Bir başka misal, “dahî anlamındaki -de”nin yazımına gösterilen hassasiyet. Bir duvar yazısındaki acı dolu ifadeden çok, imlâ hatasının düzeltilmesi, medeniyetin, içeriği ıskalayıp da şekle takılı kaldığını gösteriyor. Uzaylı akademisyenin tespiti ise biraz acımasız: “İnsanlar esasa dair yanlışları hoş görüyor ancak formdaki bir hataya tahammül edemiyordu.”
Akademisyen Alaycılığı
Peki, Fatih Baha Aydın'ın asıl niyetini çözmek mümkün mü? Ödüllü romanları Bihaber ve Karanlıkta ile edebî yetkinliğini kanıtlamış bir yazarın, aynı zamanda bir iktisat tarihçisi olması, bu metni okurken göz ardı edemeyeceğimiz anahtarlardan biri gibi duruyor. İnsanlığın Bir Dünü, bir akademisyenin kendi disiplinine ve genel olarak “bilme” eylemine yönelttiği acımasız bir eleştiri olabilir gibi geliyor bana. O yüzden mi yukarıda dua ettin diye sorabilirsiniz, çaktırmayın.
Uzaylı anlatıcı, Aydın'ın akademik kimliğinin bir yansıması gibi. Kısıtlı veriden (İstanbul harabeleri) yola çıkarak bütün bir medeniyet hakkında kesin yargılara varıyor, grafikler çiziyor, istatistikler üretiyor. Zaten başka ne olsundu akademi dedikleri? “Demedim dilimin ucuna gelen her ne ise” Ben dedim galiba. Her neyse. İnsanlığın Bir Dünü, akademik metodolojinin bir parodisi sevgili kâri. Fatih Baha Aydın, bir anlamda kendi mesleğinin kırılganlığını, yorumun ne kadar spekülatif olabileceğini ve ‘bilimsel’ nesnelliğin trajikomik yanlış anlamalara yol açabileceğini ifşa ediyor. İnşallah bu roman akademide başına bir iş açmaz. Yani, uzaylıların istila ettiği bir dünyada elbette.
O'Neill'in Beckett'ten alıntıladığı şu tamlamayı burada dillendirmek istiyorum izninizle: “dianoetik kahkaha”, yani “kahkahaya gülen kahkaha”. Uzaylı akademisyenin ‘kahkaya gülen bir kahkaha’ olduğunu düşünüyorum. Uzaylı dediğimiz şey aslında bir vücuda büründürülmüş ‘komik’tir. İsterseniz inanmayın.
Romanın sonunda, insanlığın çöküşüne yol açan şeyin, çocukların ebeveynlerine “beni doğurmak için benden izin almadınız” minvalinde şeyler diyerek dava açmaları olduğunu öğreniyoruz. Şaka değil, bunu biraz düşününce, korkunç bir durum olduğunu anlayabilirsiniz. Varolma mevzuunu bir dava konusu hâline getirmek… Elbette, siz de, size bir ev bile bırakamamış rahmetli babanıza dava açmanın saçmalığını düşünebilirsiniz. Bir süre.
İnsanlığın Bir Dünü bitti. Dün gibi. Ve bir önceki gün gibi.
Tugay Kaban